18 Kasım 2010 Perşembe

Almanya-Stuttgart-Friedrichshafen

Sabah saat 9:00 da Ankara Esenboğa Havalimanına doğru yola çıkıyoruz. Hedef Almanya-Stuttgart-Friedrichshafen'de bir takım görüşmeler yapmak. 

Havaalanına girdiğimizde karşımda bir anda Galatasaray-Arsenal UEFA Kupası maçında "Ağlamak İstiyorum Sayın Seyirciler" sözleriyle tüm futbol severlerin yakından tanıdığı Levent Özçelik'i görüyorum. Hemen resim çektiriyoruz. Neyse konunun dışına fazla çıkmayalım:) Yaklaşık 1,5 saat kadar uçağı bekleyeceğiz. Bu esnada dostumla beraber uçakta neden koridorda oturmak istediğiyle ilgili muhabbete başlıyoruz. Böyle saçma bir konudan nasıl 1 saatlik sohbet çıkardınız diye sormayın. Koridorda oturmanın birsürü faydası varmış:))) Uçağımız 12 de Ankaradan havalanıyor ve eğlenceli bir yoluluktan sonra 13 de İstanbula iniyoruz. Çok hızlı hareket etmek zorundayız. Çünkü saat 14:50 de Stuttgart uçağına yetişmeliyiz. Önce Harç Pulu sırasına giriyoruz. Türk Vatandaş olmaktan utandığımız zamanlar bu zamanlar işte. Başka hiç bir ülke insanı böyle garip bir uygulamaya maruz kalmıyordur herhalde. Harç pulunu aldıktan sonra, pasaport işlemlerine koşturuyoruz. Pasaport işlemleri için 6-7 banko çalışıyor ama inanılmaz bir sıra var. Neyseki biraz stres yaşadıktan sonra işlemleri halledip uçağa biniyoruz. Yanımda isminin sonradan Baki olduğunu öğrendiğim Karadeniz kökenli bir abimiz var. Sohbete başlıyoruz. Avusturyada bir fabrikada işçi olarak çalışıyormuş. Oradaki gençleri soruyorum, "100 tanesinden 5 tanesi sağlamdır diyor". Üzücü bir durum. Avusturyada genellikler Kayseri, Tokat, Karadeniz, Denizli yöresinin insanları varmış.

31 Temmuz 2010 Cumartesi

Adana - Polatpınar Köyü, Kültürel Farklılık mı? Aynılık mı?

Birçok insan gibi bende de, aynı olan her şey bir süre sonra bıkkınlık oluşturuyor ve farklı olanı arama duygusu baskın hale geliyor. Kültürel yaşantımızın, örf, gelenek ve göreneklerimizin yani toplum içinde bizi farklılaştıran kavramların bile aynılaştığı kayıp bir dönem yaşıyoruz. Farklılıklarımızın yeşerdiği tarlalarımızı sulayan barajın gövdesi artık Küreselleşme selinin basıncına dayanamaz hale gelmiştir. Bir gün bu baraj yıkılacak ve farklılıklar dümdüz olacak, yıkık, dökük, çamur bir kültür oluşacak.
Bu konudan muzdarip olan birçok insan gibi ben ve can dostum da bu konudan oldukça muzdariptik. Nereye gidiyor bu toplum sorularının sorulduğu belki de yüzlerce sohbet yapmış, çözüm önerileri düşünmüşüzdür. Doğruyu arama adına birçok yer ve mekân düşünmüş olmamıza karşın, doğruyu yanlış yerde aramamanın gereğine inanmıştık.

29 Temmuz 2010 Perşembe

Arnavutluk-Tiran

 Kosova- Prizrenden ( Prizren gezi notları için arşivden ilgili başlığa bakabilirsiniz) otobüse biniyorum. Alman arkadaşlardan ayrıldığım için üzgünüm. Ortalarda bir yere oturuyorum. Otobüs çok dolu değil. Hemen Pasaportlar toplanıyor ve bir kağıda pasaport bilgileri aktarılıyor. Otobüsün içi acayip sıcak. Nihayet saat 17:00 de hareket ediyor. İlginç bir şekilde yaklaşık 15 dakika sonra mola veriyor otobüs. Çok güldüm valla.. İniyorum otobüsten uzaktan birileri bana el sallıyor. Aaaa o da ne! bizim Alman arkadaşlar. Yanlarına gidiyorum. Onların otobüs daha önce gelmiş.

25 Temmuz 2010 Pazar

Kosova-Prizren bir Türk şehri

Priştine'den Prizren'e gitmek için bindiğim otobüs hemen hemen dolu gibi. Otobüste çok güzel Kosova parçaları çalıyor. Bir tanesi çok hoşuma gitti  parçayı googlede aratırasanız "Aurela Gaçe ft Dr.Flori & Marsel - Origjinale"  yazmanız yeterli. Dinlemenizi tavsiye ediyorum. İlerledikçe yoldan yolcu almaya başlıyor. Kendimi Türkiyede dolmuşta gibi hissediyorum. Yol ücreti toplanıyor. Ücret 4 Euro. Priştine -Prizren arası 70 km yazıyor tabelada. Tek gidiş tek geliş bir yol. Muavin yolda yememiz için SAFA gofreti dağıtıyor. Tabiki Türk malı. Yolun geçtiği vadi inanılmaz güzel. Her yer yeşil. Saat 16:20 de Prizren Otobüs Terminalindeyim.

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Kosova - Priştine


Makedonya-Üsküp de kaldığım otelden saat 10:15 de çıkıyorum. Yürüyerek 10:45 gibi terminale geliyorum. 5,5 Euro'ya Kosova-Priştine biletimi alıyorum. Saat tam 11:00 de otobüs hareket ediyor. 40 dakika sonra sınırdayız. Makedon polisi pasaport kontrolü yapıyor ve 10 dakika sonra Kosava sınırına geçiyoruz. Kosova polisi pasaportları toplamak için otobüse biniyor, hemen yan taraftaki koltularda oturan iki tane İtalyan turistin pasaportuna baktıktan sonra "Neden geldiniz diye soruyor", Turist olduklarını söylüyorlar. Sıra bana geliyor, Türk Pasaportunu görünce gülümsüyor ve geçiyor. Türk olmanın dayanılmaz hafifliğini yaşıyorum:) Otobüs sınırdan ayrılıyor ve artık Kosava topraklarındayız.

11 Temmuz 2010 Pazar

Sirbistan-Belgrad yolculugu ve hay ben bu vizenin:)

Makedonya uluslararasi otobus terminalinde kalmistik hatirlarsaniz. Otobus geldi ve otobuse bindik. Muavin biletleri topluyor ve kestigi kocanlarin arkasina her yolcunun ismini yaziyor ( anlayamadim valla).Benim ismimi anlayamadigi icin ben yaziyorum ve cok mutlu oluyor.45 dakika sonra Makedon tarafindaki sinir kapisina geliyoruz. Makedon polisitum pasaportlari topladiktan sonra 15 dakika icinda islemleri yapiyor ve bizi birakiyor.100 metre ileride Sirp giris noktasina geliyoruz. Yine bir polis otobuse biniyor ve pasaportlari topluyor.

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Makedonya-Üsküp (Skopje) de ne işim var?

Saat 23:20 da  Annemin "Oğlum ne işin var oralarda" sözleriyle beraber evden çıkıyorum.. Saat 12:30 da AŞTİ ( Ankara Şehierler Arası Otobüs Terminali) de olmak zorundayım. Cadde de dolmuş bekliyorum ama nedense ne gelen var ne de giden.. Sonra geç kalma telaşıyla taksiye atlayıp Dikimevi Metro durağına geliyorum. Metro sanki benim için bekliyor, biner binmez harekete geçiyor. Oturduğum koltuğun çaprazından biri bana doğru el sallıyor. Eski komuşumuzun oğlu, eşi , gelini ( yedi sülalesi :) )  karşıda. Yanlarına gidiyorum. Kayseride ölen bir yakınlarına taziye vermek için gittiklerini anlatıyorlar. Eski anılardan bahsediyoruz. Komşumuzun büyük oğlu Gencay  bir kaç aydır Rusyada  olduğunu oraların çok güzel olduğunu vb.. bisürü detay anlatıyor. "Gençsin bekarsın git gör oraları diyor" tabi yüz ifademin biraz sert'e kaçtığını görünce şaka yapıyorum diyor ( Cenazeye giderken bile  diğer  taraf hakkında kendine çeki düzen verememenin en  iyi örneği bu olsa gerek, Not: Bu konu ile ilgili ayrı bir yazı yazacağım). Biraz daha muahbbet etttikten sonra Aşti deyim. Komşularla ayrıldıktan sonra biletimi alıyorum. Her yer asker yakınlarıyla dolu.. Bize has asker uğurlama törenleri ( Yeni bir moda çıkmış: Askerin bindiği otobüs hareket ederken otobüse gençler elleriyle kuvvetli bir şekilde devamlı vuruyorlar), ağlayan Anneler, Bacılar, ağlamamak için direnen Babalar ( Bu konu ile ilgili ayrı bir yazı yazacağım). Kısacası güzel görüntüler, seviyorum bu Milleti.

Metro Turizm ile İstanbul'a gideceğim oradan da Uçakla Makedonya-Üsküp. Otobüsü beğenmedim, eski ve temiz değil. Bir çoğumuz da olduğu gibi ben de yolda uyuyamıyorum. Sabah 6:30 de Esenler Otogarındayım. İstanbul'a öyle bir yağmur yağıyor ki inanamazsınız. Servis aracı bizi Atatürk Havalimanına bırakıyor.  Akbil gişelerini görünce Recep İvedik'in çok sevdiğim repliği aklıma geliyor."Full Ağbil haaaa, Metrobüse falan bineceemm " :) Neyse Metro ile 7:10 da Havaalanına ulaşıyorum. Daha önce de çok defa Atatürk Havaalanına gitmiştim ama hiç bir yazımda Esenboğa ile kıyaslamama yapmamıştım.. Esenboğa Havaalanı Gerek Mimari gerekerse de İşletme olarark Atatürk Havaalanından çok ileride bence. Neyse, Bir cafede çay ile birlikte Annemin otobüste yersin diye koyduğu yolluğumu götürdükten sonra, biniş kapısına doğru yol alıyorum. Bosna-Hersek'e giderken kapı numarası değiştiği için ve benim anonsu duymamam nedeniyle uçağı kaçırıp bir sonraki güne kalmam dolayısıyla gözüm devamlı ekranda:) Ve beklenen an kapı numarası değişiyor:) Neyse yeni kapıya gidiyorum, uçak kuyruğunda Makedon asıllı bir Türk esnafla sohbete başlıyoruz. Ticaret yapmak için gidiyorum diyor.. Tabi sevindirici durumlar bunlar. İki milletin kaynaşması için de öncü adımlar. Nihayet uçağa biniyorum. Uçak tamamen dolu. THY'nin her gün Makedonyaya uçuşu var. Eğer her sefer böyle dolu oluyorsa, inanılmaz bir bağlantı var iki ülke insanları arasında. Yağmur ve Havaalanı işletmesinin beceriksizliği yüzünden ortalık karışık, bize 10. sırada havalanma izni veriyorlar ki bu da yaklaşık 40 dakika uçakta havalanmayı beklemek anlamına geliyor. Daha önce de burada karşılaştığım her seferinde bahane bulunan durum.. Havalanıyoruz ve yaklaşık 1 saat sonra Üsküp Havaalanındayız. Havaalanının ismi Üsküp Büyük İskender Havaalanı. Yunanistan ile Makedonya Büyük İskenderi sahiplenme konusunda bildiğiniz gibi yarış halindeler. Yunanlar Baklava, Ayran , Ney gibi bize ait ögeleri de sahiplenmekten geri durmuyor. Naapsınlar garipler:))

                                                           Üsküp ( Skopje) Havaalanı

6 Temmuz 2010 Salı

Pasaport ve Ankara - Çamlıdere Gezi Notu Arasında ne gibi bir ilişki olabilir :)

Geceden saatimi kurmuş, sabah 7:00 de evden çıkacak 7:30 gibi Ankara Emniyet Müdürlüğünde olacaktım. Amaç? Amaç, Pasaportumun süresini uzatmak. Tabi Türkiyede plan yaparken birçok parametreyi göz önüne almak gerekiyor. Saat 7:00 gibi arabayla yola çıkıyorum, Ankarada trafik çok sakin. Tabir-i Caizse in-cin yakar top oynuyor :)  İyi diyorum  bu saate kimseciklerde olmaz, pasaportun süresini uzatır işimi hallederim...Diyordum kiiii, o da neeeee!!!  Pasaport kuyruğu Ankamall'e kadar gelmiş ( Ankarayı bilmeyenler için şöyle izah edeyim. Yaklaşık 150 metre). Çok değerli büyüklerimiz e-pasaport uygulamasına geçtiği için artık öyle çat kapı ben geldim pasaportum da bu, hadi uzatın süresini diyemiyorsunuz..Eğer böyle birşey derseniz, "İnternetten randevu almanız gerekiyor, yoksa yassaaahhh gardeşim" diyorlar.. En erken randevu tarihi için 40 gün beklemem gerekiyor:)) Neyse bu tür durumlar çok olduğu için yine büyüklerimiz demiş ki "ya acil süre uzatımı talepleri olabilir, bu taleplerle gelecekler için şöyle güzel bir uygulama geliştirelim" demişler.. Merak ediyosunuz değil mi? Hemen anlatayım bu uygulama şu; ilk 100 randevusuz gelen kişiyi kabul edelim, sonrası yarın gelsin:)) Bazen bu ülkede düşünmeyi yasaklamak gerekiyor :))

Neyse ben konumuza döneyim. Baktım ki sıra almış başını gitmiş şimdiden 300 kişi olmuş, hiç durmadan dün akşam arkadaşımın "Abi Çamlıdere Emniyet Müdürlüğü randevu sistemi kullanmıyor, isteyen gidip aynı gün işlemini yaptırabiliyor" sözleri kulaklarımda çınladı.. Eeeee bu sese kulak vermek gerekiyor dedim ve rotamı İstanbul yolu üzerinden Çamlıdere ilçesine çevirdim ( Saat 7:50).

Ankaranın çıkışında Otoyol veya karayolu tercihlerinden Karayolunu seçiyorum ( Parasından değil, buradan daha rahat ulaşacağımı düşündüğüm için) .Yol boyunca hiç pişmanlık duymadım, harika bir manzara, tertemiz bir hava.. Ben 40-50 km falandır mesafe derken, Ankara Merkeze uzaklığı 75 km kadarmış:)) Sabahın o güzel havasında yaklaşık 3-4 cm araladığım camların arasından gelen tertemiz hava eşliğinde, 80-90 km hızla yavaş yavaş yoluma devam ediyorum.

Kazan ve Kızılcahamam ilçelerini geçtikten sonra nihayet ana yoldan bizi sol tarafa doğru yönlendiren Çamlıdere levhasını görüyor ve sol taraftaki tali yola geçerek kısa süreceğini sandığım ama yaklaşık 15 dakika daha gitmem gerektiğini sonradan anladığım yolda devam ediyorum. Çamların sayısı Çamlıderenin ismine yakışır şekilde artmaya başladı.. Her geçen saniye iyiki Ankarada sıra varmış, iyi ki geldim demekten kendimi alıkoyamıyorum...

Nihayer 3000 nüfuslu ( küsüratı da var ama araba kullandığım için not alamadım:) ) Çamlıdere  levhasını görüyorum ( Saat 9:10). Girişte çok güzel villa kentler kurulmuş.. Çok güzel mimarili bu villalar hemen "kaç para acaba bunlar ya" gibi geleneksel Türk merak sorularını canladırıyor beynimde..


Çamlıdere merkeze yaklaşınca yol kenarında durarak bir arkadaşa Emniyet Müdürlüğünün yerini soruyorum.."Abi bu yolu takip et sağda görürsün diyor".. Dediği gibi Emniyet Müdürlüğünü buluyorum.. İki katlı koyu mavi boyalı, bizim Ankaradaki karakollara benziyor, küçük bir bina.. Hemen yanında Kaymakamlık Binası, Karşısında virane olmuş bir çay bahçesi ( dekore edilse harika bir yer olur), biraz aşağısında Belediye Binası ve Öğretmen Evi var.. Yani tüm kamu binaları bu mecburiyet caddesi üzerinde. İlçe bir tepenin yamacına kurulmuş, ahşap-tuğla evler beni hayran bırakıyor kendilerine...

 Neyse koptum yine:)) İlçe Emniyet Müdürlüğünün kapısının önünde bir adet Ford Transit Ekip Otosu olmasa, Emniyetin kapalı oluğunu zannederdiniz. Alt kattan üst kata doğru merdivenle çıkarken biraz garip hissettim kendimi, çünkü kimse karşıma çıkmadı.. Üst kata çıkınca sivil kıyafetli birine "Pasaport için gelmiştim"  dedim. "hemen sağdaki ikinci oda" cevabını alınca odaya yöneldim.. "Merhaba, ben pasaport için geldim Ankaradan" der demez "Hoşgeldin kardeş, buyur otur, çay içermisin" diyen ismini sonra öğrendiğim Polis Memuru Hakan Bey'i ve daha sonra odaya gelen girişte gördüğüm sonradan Komiser olduğunu anladığım  mütavazi kişiyi tanıma şerefine nail oldum.. Hemen evraklarımla ilgili gerekli işlemler yapıldı ve "Kaymakam Bey'in imzası gerekiyor ama Kaymakam Bey saat 11' de imza işlerini hallediyor, malesef beklemek zorundasınız" dedi Hakan Bey.. Tabi bu duruma karşısında "ben alışkınım işlerimin ters gitmesine " dedim ve biraz güldükten sonra saat 9:30 dan 11:30 a kadar ki bekleme maratonuma orada oturan iki gencin tavsiye ettiği karşıdaki çay bahçesinde başladım...


Emniyetin karşında 2 bardak çay içerken bu notları yazmaya başladım. Çay çok güzeldi ( belki havanın güzelliği bana o tadı verdi)..Yaklaşık 1 saat kadar orda oyalandıktan sonra.. Kalan 1 saatimi ilçeyi gezmek ve bulabilirsem yol boyunca tabelalarını gördüğüm Ali Semerkandi Hazretlerinin kabrini ziyaret etmekle geçirmek için çay bahçesinden ayrıldım.

Yaklaşık olarak 300-400 metre uzunluğundaki tek caddesini yürüdükten sonra ileride cami ve medrese karışımı bir yapı gördüm.. Bu büyük ihtimalle Ali Semerkandi'nin kabrinin olduğu yer diyerek 200 metre kadar yürüyüp hakikaten doğru tahmin ettiğim yere ulaştım.. Burası Cami, Kuran Kursu, Vakıf vb.. birkaç binadan oluşan bir yer.. Girişte  Ali Semerkandi'nin hayatını anlatan Kitabeyi dikkatlice okuyunca şok oldum.. Anadolu için çok kıymetli bu ve bunun gibi insanları bilmediğim için çok üzüldüm.

Çok kısa bu zat ile ilgili bilgi vermeden geçmek istemiyorum.. Ali Semerkandi Miladi 1320 yılında doğmuş ve birçok yer gezdikten sonra Çamlıdereye yerleşmiş ve yöre halkına ilim irfan öğretmiş bir zat.. Bu zat yüzünden eskiden Çamlıdereye Şeyhler derlermiş.. Çok kısa oldu ama bu zatın hayatıyla ilgili detaylı bilgiyi netten mutlaka okuyun..

Kabirde bir Fatiha okuduktan sonra oradan ayrılıyorum..


Saat 11 30 gibi Emniyete gittim ve henüz Kaymakamın imzalamadığını toplantıda olduğunu söyledi Hakan Bey.. Malesef yaklaşık 1,5 saat orada Hakan Beyle lafladık ( konuştuğumuz konuların detayına girersem kitap olur).. Sonra benim gibi pasaport mağduru Ankaradan gelen bir arkdaşla yine aynı çay bahçesinde oturup biraz sohbet, yemek ve çay molasından sonra. Tekrar Emniyete gittik ve Kaymakamında o esnada makam aracıyla kaymakamlık binasına geldiğini gördük. Umarız imzalar diye konuşuyoruz arkadaşla.. Neyse gelen bir telefon ve pasaportlar imzalandı sözü bizi çok sevindiriyor..

Saat 14:40 işlemler bitiyor ve Emniyet çalışanlarına teşekkür edip ayrılıyoruz.. Saat 16:00 da evimdeyim..

Bu gezinin en olumlu yanı: Öncelikle Emniyet çalışanlarının  nazik ve duyarlı olduklarını görmek beni çok sevindirdi... Devletin halk için halkın işlemlerini bu kadar can-ı gönülden takip ettiklerini görmek bu ülkenin geleceğine daha umutla bakmamı sağladı.

Bu gezinin en olumsuz tarafı: Bir imza için yaklaşık 4 saat beklemek. Keşke herkes Emniyetteki arkadaşlar gibi işini özverili yapabilse...

Not: Bu blogdaki tüm bilgi ve resimleri kullanabilirsiniz :)  Selamlar....

11 Nisan 2010 Pazar

Bu ülke de sevmek nasıl olur ?

Başlangıçlar hep çok güzel başlar bu ülkede,
Ama bu başlangıçtan sonra her geçen gün bir önceki gün özlenir,
Özleten kız yada erkek fark etmez,
Çünkü sevmeyi bilmeyiz biz,
Hiç ölçümüz yoktur mesela bu konuda,
Kim önce sevgisini kelimelere dökecek diye bekleriz
Zira önemlidir bu, çünkü kızlar hiç bizaman önce söylememelidir bunu
Neden mi?
Çünkü biz sevmeyi filmlerden ve dizilerden öğreniriz.
Olmadık zamanlarda olmadık şekilde olay çıkarır kız mesela,
Sonra onun gönlünü almaya çalışan erkek çıkar sahneye
Kız yağmurlu bir günde akşama doğru perdesini açar
Aşağıda yağmur altında kaldırımda oturan erkeği görür
Kızmıştır ya hani, göz göze gelirler kız sert bir hareketle perdeyi kapatır
Yatağına uzanır gözlerini tavana diker,
Aklı aşağıdadır ama sinir ve gururundan ona acı çektirmek ister
Acı çekenin kendisi olduğunu bilmeden biraz bekler
Sonra bakar ki yağmur altında durmak daha az acı verir
Biraz Merakla biraz da sevgisinden perdeyi hafifçe tekrar aralar
Çocuk ordadır
Kız bir yandan sevinir, bir yandan da çabuk teslim olmak istemez
Erkek çok sahiplenici olduğundan,
Çok da öfkelidir kızın hatalarına karşı
Çok takipçidir mesela
Her an birinin gelip sevdiğini kandırabileceğini düşünür
Sevdiğini kızdırdığında yapacağı ilk şeyin onun gönlünü almak için dil dökmek
Ya da çiçek almak olduğunu bilir,
Ya da sevgisini kanıtlamak için kaldırımda ıslanmayı göze alır
Yani sevgilerini dizileştirmeye çalışırlar..
Kıskanmanın iyi bişey olduğunu zannedeler ikiside
Hatta çok hoşlarına da gider
Biraz kıskanılmak hoşuma gider der mesela kız
Erkek de onu kıskandırmaya çalışır,
Ama bilmezlerki kıskanç çok sevebilir ama güvenen daha iyi sever.