10 Temmuz 2010 Cumartesi

Makedonya-Üsküp (Skopje) de ne işim var?

Saat 23:20 da  Annemin "Oğlum ne işin var oralarda" sözleriyle beraber evden çıkıyorum.. Saat 12:30 da AŞTİ ( Ankara Şehierler Arası Otobüs Terminali) de olmak zorundayım. Cadde de dolmuş bekliyorum ama nedense ne gelen var ne de giden.. Sonra geç kalma telaşıyla taksiye atlayıp Dikimevi Metro durağına geliyorum. Metro sanki benim için bekliyor, biner binmez harekete geçiyor. Oturduğum koltuğun çaprazından biri bana doğru el sallıyor. Eski komuşumuzun oğlu, eşi , gelini ( yedi sülalesi :) )  karşıda. Yanlarına gidiyorum. Kayseride ölen bir yakınlarına taziye vermek için gittiklerini anlatıyorlar. Eski anılardan bahsediyoruz. Komşumuzun büyük oğlu Gencay  bir kaç aydır Rusyada  olduğunu oraların çok güzel olduğunu vb.. bisürü detay anlatıyor. "Gençsin bekarsın git gör oraları diyor" tabi yüz ifademin biraz sert'e kaçtığını görünce şaka yapıyorum diyor ( Cenazeye giderken bile  diğer  taraf hakkında kendine çeki düzen verememenin en  iyi örneği bu olsa gerek, Not: Bu konu ile ilgili ayrı bir yazı yazacağım). Biraz daha muahbbet etttikten sonra Aşti deyim. Komşularla ayrıldıktan sonra biletimi alıyorum. Her yer asker yakınlarıyla dolu.. Bize has asker uğurlama törenleri ( Yeni bir moda çıkmış: Askerin bindiği otobüs hareket ederken otobüse gençler elleriyle kuvvetli bir şekilde devamlı vuruyorlar), ağlayan Anneler, Bacılar, ağlamamak için direnen Babalar ( Bu konu ile ilgili ayrı bir yazı yazacağım). Kısacası güzel görüntüler, seviyorum bu Milleti.

Metro Turizm ile İstanbul'a gideceğim oradan da Uçakla Makedonya-Üsküp. Otobüsü beğenmedim, eski ve temiz değil. Bir çoğumuz da olduğu gibi ben de yolda uyuyamıyorum. Sabah 6:30 de Esenler Otogarındayım. İstanbul'a öyle bir yağmur yağıyor ki inanamazsınız. Servis aracı bizi Atatürk Havalimanına bırakıyor.  Akbil gişelerini görünce Recep İvedik'in çok sevdiğim repliği aklıma geliyor."Full Ağbil haaaa, Metrobüse falan bineceemm " :) Neyse Metro ile 7:10 da Havaalanına ulaşıyorum. Daha önce de çok defa Atatürk Havaalanına gitmiştim ama hiç bir yazımda Esenboğa ile kıyaslamama yapmamıştım.. Esenboğa Havaalanı Gerek Mimari gerekerse de İşletme olarark Atatürk Havaalanından çok ileride bence. Neyse, Bir cafede çay ile birlikte Annemin otobüste yersin diye koyduğu yolluğumu götürdükten sonra, biniş kapısına doğru yol alıyorum. Bosna-Hersek'e giderken kapı numarası değiştiği için ve benim anonsu duymamam nedeniyle uçağı kaçırıp bir sonraki güne kalmam dolayısıyla gözüm devamlı ekranda:) Ve beklenen an kapı numarası değişiyor:) Neyse yeni kapıya gidiyorum, uçak kuyruğunda Makedon asıllı bir Türk esnafla sohbete başlıyoruz. Ticaret yapmak için gidiyorum diyor.. Tabi sevindirici durumlar bunlar. İki milletin kaynaşması için de öncü adımlar. Nihayet uçağa biniyorum. Uçak tamamen dolu. THY'nin her gün Makedonyaya uçuşu var. Eğer her sefer böyle dolu oluyorsa, inanılmaz bir bağlantı var iki ülke insanları arasında. Yağmur ve Havaalanı işletmesinin beceriksizliği yüzünden ortalık karışık, bize 10. sırada havalanma izni veriyorlar ki bu da yaklaşık 40 dakika uçakta havalanmayı beklemek anlamına geliyor. Daha önce de burada karşılaştığım her seferinde bahane bulunan durum.. Havalanıyoruz ve yaklaşık 1 saat sonra Üsküp Havaalanındayız. Havaalanının ismi Üsküp Büyük İskender Havaalanı. Yunanistan ile Makedonya Büyük İskenderi sahiplenme konusunda bildiğiniz gibi yarış halindeler. Yunanlar Baklava, Ayran , Ney gibi bize ait ögeleri de sahiplenmekten geri durmuyor. Naapsınlar garipler:))

                                                           Üsküp ( Skopje) Havaalanı


Muş havaalının görenler var mı bilmiyorum ama orası kadar küçük bir yer ( hatta Muş havaalanı çok daha modern). Pasaport kontrolünde en ufak bir problem çıkmadan havaalanından çıkıyorum. Çıkışta adını sonra öğreneceğim Aziz isminde bir taksici merhaba Türkmüsünüz diyor.. Önce kendime bakıyorum ulen bişey mi yaptım, kırmızı ışıkta geçip yere mi tükürdüm nerden anladı benim Türk olduğumu diyorum:)) Tabiki şaka Türkiyeden gelen bir uçaktan çıkanların çoğunun Türk olma ihitmaline binaen böyle bir uyanıklık yapıyor Aziz. Aziz sizi merkeze bırakayım 20 Euro diyor. Ben çok pahalı diyorum, biraz bekle diyor. Bir kişi daha buluyor 10 ' ar EURO dan ikinizi istediğiniz yere götüreyim diyor. Tamam deyip Makedon bir arkadaşla Üsküp Merkeze doğru gidiyoruz. Türkçeyi nerden öğrendin diyorum Arnavut asıllı Azize. İstanbula gidip geldim ticaret için orada öğrendim diyor. Çok şanslıyım çünkü Aziz bana Makedonya ile ilgili çok şey anlattı. Mevcut Başbakan Hıristiyan  olduğu için Müslümanların ağırlıklı olarak yaşadığı bu taraflara hizmet etmediğinden bahsediyor. Türkleri çok sevdiklerinden, Arnavutlar ile Makedonyaya Osmanlı döneminde yerleşen Türklerin yavaş yavaş buralardan ayrıldıkların bahsediyor. Üsküp'e yaklaşırken yüksek bir tepede çok büyük bir Haç görüyoruz ( Bu konula ilgili ayrı bir yazı yazacağım). Arkadaş çarşıda iniyor, ben ise Azizle beraber Türkiyeden internet aracılığıyla yer ayırttığım "Hotel Super 8" isimli otele gidiyorum. Aziz benimle resepsiyon kadar geliyor. İşlemler tamam, görevli bayan Gabrialle bana odamı gösteriyor. Şirin ve güzel bir oda. Aziz'in yanına tekrar iniyorum, bir problem olursa ara diyor. Teşekkür ediyorum ve ayrılıyoruz.

                                                                              Aziz:)
                                                                          
                                                                          Kaldığım Otel

Hemen kendimi Üsküp sokaklarına atıyorum.


İşin güzel tarafı da bu, daha önceden fazla bir araştırma yapmadan, gezilecek yerlerin resimlerini görmeden gezmek.. Hemen bir cami dikkatimi çekiyor, bu Osmanlı camiinin adı Gazi Issa Bey camii. Isa Bey 1475 yılında yaptırmış bu camii. O dönemde buranın Valisi konumunda bir Bey. Caminin bahçesi Osmanlı Mezar taşları ile donatılmış. O döneme ait mezarlar var. Malesef kimlere ait olduğu hakkında bilgi yok. Osmanlıca da okuyamadığımız için üzülüyorum. Caminin içi sizi o dönemlere götürüyor. Çok güzel işlemeler var.

Caminin avlusunda 35 yaşlarında biri oturuyor. Merhaba diyorum, merhaba hoşgeldiniz diyor. Türkçeyi nerede öğrendiniz deyince "ben Gençlerbirliğinde futbol oynadım 2 sene diyor" :)) Yine buldum bir futbol sevdalısı. Neyse o dönem Gençlerbirliğinde top oynayan futbolculardan konuşuyoruz. İsmi Vullnet olan bu arkadaştan da güzel bilgiler aldıktan sonra çalan telefonumu açıyorum. Telefonda Azizin bir müşterisi. Adaşım olan bu kişi "yarın Makedonyanın diğer şehirlerini gezeceğiz Azizin taksisiyle gelmek isterminiz ben sizin otelin önünde bekliyorum" deyince ben de tekrar otele döndüm. Planlarını dinledikten sonra onları tekrar arayacağımı söyledim.

Tekrar Üsküp sokaklarındayım.. Yolların durumu fena değil ama kaldırımlar çok kötü durumda. Belediyecelik sistemi iyi çalışmıyor. Sokaklarda çok fazla işportacı var. Dükkanların üzerinde çok fazla Türkçe ibare görebilirsiniz. Belediye Otobüsleri bizim 1995 lerdeki otobüslere çok benziyor. Buranın iklimi bizim Marmara Bölgesinin iklimine çok benziyor. 

Çaşıya geldim ve dolaşıyorum. Osmanlı eğemenliğinde kalmış bir çok ülkede bu tür çarşılar görebilirsiniz. Herhangi bir Anadolu şehrindesiniz sanki. Gümüş, bakır işlemeciliği çok yaygın. Hemen çarşının yakınında 1150 yılında yapılmış olan Kurşumli isimli Osmanlı döneminde kapalı çarşı olarak kullanılar, şu anda çeşitli kutlama faaliyetleri için kullanılan yeri görebilirsiniz. Her yer tarih kokuyor.  Tepeye doğru kafanızı çevirdiğinizde Makedonya Kalesini görüyorsunuz. Çok yorgun olmama rağmen bu güzelliği görmem gerek diye düşünüyor ve kendimi yamacı tırmanırken buluyorum. Kale konum itibariyle şehrin en hakim noktasında. Kale surlarından Vardar Nehrini izlemek doyumsuz bir haz veriyor. Burada Gözlerim manzara ziyafeti çektikten sonra, hemen kalenin yakınıdanki Mustafa Paşa Camiine gidiyorum. Cami restorasyon çalışmaları nedeniyle kapalı. Giriş ikaz şeridiyle kapatılmış.Kapıda Türkiyenin desteğiyle bu caminin bir Türk firması tarafından restore ettirildiği yazınca artık şerit falan dinlemeden içeri dalıyorum.. Bekçinin tipinden bizimkilerden  biri olduğunu anlıyorum. Selamun Aleyküm dayı diyorum, "bee aleykum selam" diyor:) Dİyarbakırlı olduğu 3-4 aydır burda olduğunu söylüyor. Kim bu şantiyenin sorumlu deyince beni Ercan Bey'in yanına götürüyor. Ercan Bey Caminin süsleme tadilatlarıyla ilgileniyor. Unutmayacağım bir sohbete dalıyoruz. Malakari süsleme sanatından, Camini Ceviz Kapısına, Kullanılan özel harçtan, Kireç Boyaya kadar birçok konuda kendisinden bilgi alıyorum. Artık buralarda Türkiyenin eski etkisini ve gücünü göstermesini zamanı gelmişte geçiyor bile.. Çok mutlu bir şekilde buradan ayrılıyorum. 

Yakınlarda Türk Konsolosluğunun olduğunu duymuştum. Karşıdan iki tane fesli amca geliyor. Bunlar Türkçe biliyordur diyerek selam verdim ve Türkçe biliyormusunuz dedim. Amcanın biri ben biraz biliyorum nerden geliyorsun diyor. İstanbul deyince benim kız kardeşimde orda diyor. Koyu bir sohbet. Sağolsunlar beni Konsolosluğun oraya kadar getiriyorlar. Konslosluk kaparlı. Zaten amacım sadece oradakilerden bilgi almak, biraz da sohbet etmekti. Vakit ilerliyor, karnım acıktı. Tekrar çarşıya iniyorum. Türk lokantası arıyorum ve nihayet "Turkish Restoran K-Marash" isimli bir yer buluyorum. Merhab nasılnız Türkmüsünüz diyorum. Süper bir ilgi. Maraştan ne zaman geldiniz diyorum. Ne maraşı abi biz Makedon Türküyüz diyorlar:)) Neden Maraş yazıyor kapıda diyorum, "hiç öylesine koyduk ismini diyor" :) Çok güldüm ya..:)) Neyse, "Döner Dana" dedikleri şeyden yiyorum. Tabi bizim dönerin yanına bile yaklaşamaz. Mecburen güzel olmuş diyorsunuz.:)) İçeride Mahsun Kırmızıgül "Yanmaya hazırım ben seninle ateşlere" parçası çalıyor:)  Çıkarken arkadaşın ismini soruyorum. Bak diyor ismimi söyleyince kesin Türk olduğuma inanacaksın..Ben Coşkun :)) Tamam dedim sen kesin Türksün:))) Yemek 250 Donari (dinar) tutuyor. Yemekten sonra otele dönüyorum. Çok yorgunum ve duş alıp uyumayı düşüyüyorum.
(Resim yükleyemiiyorum, net çok yavaş, yarın tekrar deneyeceğim)

2.Gün

Sabah 8:30 da uyanıyorum. Güzel bir uyku. Kahvaltımı yapıp  sırt çantamı alarak atıyorum kendimi dışarıya. Öncelikle Otobüs Terminaline gideceğim. Yoldan geçen bir bayana soruyorum, yerini öğreniyorum. Yürürken Üsküp'ü Müslüman ve Hıristiyan olarak ikiye ayıran Vardar nehrinin üzerinden geçiyorum ve Vardarın kıyısındaki restoranları görüyorum. Oturmak ve biraz dinlenmek için harika yerler. Dönüşte burada oturacağım diyorum içimden. Birkaç kez daha terminalin yerini sorduktan sonra çarşıya yaklaşık 2 km uzaklıktaki terminali buluyorum. Otobüs terminali ile tren garı aynı yerde ( Üst kat tren garı, alt kat otobüs). Belgrad için saat 24:00 e bilet alıyorum ve ayrlıyorum oradan. Otobüs terminali çok eski bir bina. Otobüsler de çok eski. Neyse tekrar Vardar kıyılarına dönüyorum.

Vardar kıyısında bir cafenib bahçesinde oturuyorum. İngilizce içecek birşeyler soruyorum, ingilice bilmiyorum diyor, ismini sonradan öğrendiğim İrena :)) Meğer Makedonya da Türk Dili ve Edebiyatı okumuş, Kuşadasında 5 sene tercümanlık yapmış İrena. Malesef burada da demleme çay yok:) Sallama kuşburnu içtikten sonra benim Türk olduğumu duyunca yanıma gelen Cengiz ile muhabbete başlıyoruz. Türkiyeyi o kadar iyi takip ediyor ki bu Türk asıllı Mekadon şaşırıyorum. Ergenekondan tutun da terör örgütüne kadar herşeyi soruyor bana :)) Daha sonra İrena bana ilk kez tattığım ve sonra her yerde karşıma çıkacak olan soğuk kahve getiriyor. Fena değil tadı ama çayın yerini asla tutmaz benim için.

Çok güzel bir muhabbetten sonra oradan yemek yemek için tekrar çarşıya gidiyorum ( Türk lokantaları orada olduğu için). Çarşıda Turkish Doner Malatya yazan yere dalıyorum:) Dönerci Mehmet Bozkurt, çok şirin bir amca. Gel yeğenim dışarda otur seninle sohbet edek azcık diyor:) Çok güzel döner yapıyor, bizim Türkiyedekinden farklı olarak çok değişik soslarla farklı bir tat elde etmişler. İbrahim Tatlısesin "Bir tek dileğim var mutu ol yeter" parçasının o eşsiz dinlediriciliğinde dönerimi yiyorum:)) 10 yıldır burdaymış Mehmet Amca. Burda herkes çok iyi hiçbir zararları yok bize diyor ve herkes beni tanır buralarda diyor. İçimden tamam sen kesin Türksün diyorum:)) Dönerin fiyatı 100 Denar.

Oradan ayrılıp Bit Bazaar ( Bit pazarına ) gidiyorum. Tenekelerden yapılmış küçük dükkanlar hiç yakışmıyor Üsküp'e.. Oradan hemen yakınlardaki Aladja ( Alaca) Camiine gidiyorum. Bu camide Restore ediliyor. Cami çıkışı bir arkadaş bana yaklaşıyor ve Wellcome diyor. Biraz muhabbetten sonra Türk olduğum anlyınca o da başlıyor yarım yamalak Türkçesiyle konuşmaya. İşviçrede yaşayan bir makedon. Bizleri çok sevdiklerini anlatıyor.  Beni Arap zannettiğini söylüyor. ( daha önce Mısır'a  gittiğimde de beni Mısırlı zannetmişlerdi) Ben de alışkınım diyorum ( tabi güneşte her gün 7 saat gezersen arap zannederler).

Sonra uzaktan çok güzel bir Mimariyle beni çağıran saat kulesine doğru yola çıkıyorum. Saat Kulesi Sultan II.Murat camiinin bahçesinin içinde. Önce Camii geziyorum. Restorasyona ihtiyacı olan bu cami de diğerleri gibi harika işlemelere sahip.Camii gezerken Arnavut Cabir Abi ile tanışıyoru. Türkçe de İngilizce de bilmiyor. El hareketleriyle Saat Kulesine çıkabilirmiyim diyorum. Bekle diyor. Koskocaman bir anahtarla geliyor. Kulenin kapısını açıyor. Sen çık diyor. Ahşap merdivenlerden tahta ve çivi arasındaki senfoniyi ( gıcırtı) dinleyerek korku içinde yaklaşık 25 metre yüksekliğindeki kulenin en üstüne çıkıyorum. Harikaaa bir manzara..Mutlaka çıkmalısınız. Aşağı iniyori Cabir Abi ile vadalaşıp oradan ayrılıyorum.

Türk Mahellesine doğru yol alıyorum. Yaklaşık 6 saattir yürüyorum. Doyamadım bu şehire. Şimdi sırada Türk mahallesindeki Tütünsüz Camii var. Minare hariç komple değiştirilmiş bir Camii, gezmeye değmez bence. Oradaki Türklerden Cengiz Beyle tanışıyorum. Türkiyeyi soruyor, devamlı TRT Türkten izlediklerini, Şehitlere çok üzüldüklerini falan anlatıyor acayip şaşırıyorum ve bu insanlara karşı sevgim her geçen saat artıyor.

Tekrar Vardar Nehrinin karşısına ( Hıristiyanların olduğu kısım) geçiyorum. Biraz dinlenmem lazım, güzel bir cafe ve malesef yine soğuk kahve:)) Napayım anlatamıyorum Sneja isimli garson kıza:)) İngilizce bilmiyor.. Ben şunu ısıtıp geleyim siz de gözlerinizi dinlendirin:))

Vardar nehrinin bu tarafi gece cok guzel.Mutlaka gece burada dolasmak gerekir. Belediye harcamalarinin cogunu bu tarafa yapmis. Muslumanlarin oldugu tarafa old city ( eski sehir) diyorlar.

Oradan ayriliyorum ve Uluslar arasi otobus terminaline dogru yol aliyorum. Sirb'stan-Belgrad a gitmek icin 24 Euro vererek aldigim otobus biletini gosteriyorum ve otobus bekleme alanina geciyorum. Acaba bu yolculuk esnasinda bir problem oldu mu? Hespi ve daha fazlasi Mehmetle Balkan Turunda:))) Sirbistan icin Blog Arsivinden ilgili kisima bakin:)))
   

5 yorum:

Bora Arasan dedi ki...

Üsküp bizden bir yer bir parça adeta. Saat kulesine çıkabilmenize sevindim...

Yazı için teşekkürler

Deli Yazılar dedi ki...

Ben Teşekkür ederim. Hemen yanıbaşımızdaki bu topraklarda kendi kültürümüzü yaşayabilmek, Osmanlı Mimarisine tanık olamak çok güzeldi. Güzel yorumunuz için teşekkürler.

Adsız dedi ki...

yılbaşına doğru 4-5 günlüğüne 1,5 yaşındaki oğlum ve eşimle birlikte bizde üsküpe gitmeye hazırlanıyoruz. Yazınızın sıcaklığından güzel bir gezi olmasını ümid ediyorum :) paylaşım için teşekkürler.

tunahan dedi ki...

Mehmet Merhabalar,
Sonunda çok istediğim Balkanlar'ı görebilcem inşallah- Hemen bayram sonrası 9 günde 6 ülke planı ile yola çıkıyoruz iki arkadaşla. Senin Makedonya ve Kosova yazıların da epey yardımcı olcak Üsküp ve Prizren'e aşina olmak adına.
Selamlar

Deli Yazılar dedi ki...

Umarım yazılar faydalı olur size. Ah keşke ben de tekrar gelebilsem. Bu arada bloğunu takip etmek istiyorum ama takip linkini göremedim bloğunda.. İyi gezmeler..