Kiev - Golden Gate |
30/09/2011. Sabah 9:00 da
uyandım. Markete gidip biraz alışveriş yapmak için dışarı çıkıyorum. Eko Market
isimli bu markete giriyorum. Markette biraz karşılaştırma olsun diye etiketleri
kontrol ediyorum. Örneğin, domates (4 adet) 1,2 TL. Yaş sebze ve meyve pahalı
gibi. Ama diğer ürünler ucuz diyebilirim. Türk malı herhangi bir ürün yok
markette. Fakat bilindik bazı markalar var. Lipton, Nescafe, Alpella vb… Neden
bizimkiler buralarda satış imkanı bulamıyor anlamadım. Kasaya para öderken
dikkatimi çekti. Naylon poşet için de para veriyorsunuz. Bence güzel bir
uygulama. Bedava olunca herkes 3 er 5 er alıyor ve sonra doğayı perişan etmiş
oluyoruz. Bu uygulama en kısa zamanda Türkiye’de de zorunlu hale getirilmeli.
Markette domuz ayağı benzeri birsürü garip et ürünü görünce midem bulandı.
Domates, süt, zeytin, su, poşet çay, tuz ve ekmek aldıktan sonra Vejetaryen bir
kahvaltı için evin yolunu tutuyorum. Toplam harcama yaklaşık 12 TL (ama
aldıklarım beni iki gün idare edecek boyutta).
Iğğyyyy Kiev Market |
Dışarıda sadece çay, kahve vb.
içmeyi düşünüyorum. Güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra kapalı ve hafif yağmurlu
bir havada dışarıya çıkıyorum. Birsüre sonra yağmur kesiyor, yerler ıslak ama
bizdeki gibi göller yok. Hava sıcaklığı gezmek için çok ideal. Metroya doğru
yürürken yolun karşısında bir park dikkatimi çekiyor. Yönümü oraya doğru
çeviriyorum. Spor yapanlar, yürümeye gelenler, çocuklarını gezdirenler burada.
Çok temiz bir hava var. Oksijen manyağı oluyorum :)
İşte o park. |
Neyse tekrar metroya binmek için yola çıkıyorum. Yine aynı merkeze Zoloti
Vorota’ya gidiyorum. Bu sefer hem yürüyen merdiven hem de metro için iki durak
arası zamanı ölçmek amacıyla kronometre tuttum. Yürüyen merdiven tam olarak 3,5
dakikada aşağıya iniyor. Size kısa gibi gelebilir. İsterseniz saatinize
bakarak 3,5 dakika bekleyin bakalım zaman geçecek mi? İki durak arası tam 3
dakika 35 saniyede. Yani duraklar arası mesafe uzun. Mesela Ankara’da bulunan
Ankaray, ilk durakla son durak arasını 13 dakikada alıyor. Yani yaklaşık 5
durak olması lazımken, toplam 10 durak var. Yani bizdeki hatlar çok kısa
diyebiliriz. Metrodan çıkıyorum. Bu
sefer dün gezdiğim caddenin tersi istikametinde ilerliyorum. Artık buradaki tarihi
yapılar için güzel, harika vb. sözler az kifayetsiz kalıyor. O kadar muhteşem
binalar (aslında sanat eserleri demek lazım) var ki, sizi uyutup Kiev’de
uyandırsalar geçmişe yolculuk yaptığınıza kesin olarak inanırsınız. Bilenler
iyi bilir benim Osmanlı hayranı olduğumu. Ama burayı görünce bu kültürün
sanatta bizden çok önde olduğunu anlıyorum. Bunları görüp geçmişime sitem
etmiyorum ama hakikaten şehir planlaması mükemmel. Her yere gökdelen dikme
yarışına girdiğimiz bu asırda ve İstanbul’un siluetini bozmak için yarıştığımız
bu zamanlarda Kadir Topbaşın, Melih Gökçek’in buraları gezip nasıl bir şehir
planlaması yapmaları gerektiği konusunda burada öğrenci olmaları gerekir. Yine sinirlendim. Neyse ben devam edeyim :) Bugün Pazar olduğu
için ve çan sesi duyduğumdan mütevellit, çan sesini duyduğum kiliseyi arıyorum.
Kilisede ayini izlemek istiyorum. Bir büfeye soruyorum çan sesinin geldiği
kiliseyi. Bana tarif ediyor. Harekete geçiyorum. İşte o kilise…
Harika bir
yapı. Hem müze hem kilise olarak kullanılıyormuş. Peki ben bunu nasıl öğrendim.
Her zamanki gibi dört ayak üzerine düştüm. Ben Kilisenin fotoğraflarını
çekerken iki bayan yanıma yaklaştı. Biri İngilizce biliyor musunuz deyince.
Evet dedim. Ama inanılmaz mutlu oldum. Nereden dedi. Ben Türkiye’den deyince,
merhaba, nasilsin, İstanbuuuulll gibi kelimeler kullanmaya başladı. Şaşırdım
biraz. Türkçe biliyor musunuz dedim. Biraz dedi. Neyse olayın özeti şu. İsminin
Alexsandra olduğunu öğrendiğim bu bayan, İngilizce öğretmeniymiş. Türkiye’ye
2005 yılında gitmiş. Antalya ve İstanbul’u gezmiş. Hatta Beşiktaş ve
Galatasaray’ı da bilince, artık naber la nasılsın diyecektim :) Hazır bulmuşken kilise
hakkında biraz bilgi aldım. Zamanlarının olduğunu öğrenince biraz bana çevreyi
tanıtmalarını rica ettim. Kabul ettiler. Hani rehberden dinlesem bu kadar iyi
anlayamazdım Kiev’i. Golden Gate
dedikleri bu yerin önünde eskiden bir duvar olduğunu ve şehre girmek için bu
kapının kullanıldığını anlattı. Daha sonra tatarların kiliselerini gösterdi.
Ama tatarlar ne Müslüman ne de Hrıstiyan değilmiş, karma bir inanç sistemleri
varmış. Bana hiç fotoğrafını çektirdin mi dedi. Hayır deyince, makineyi aldı ve
bu yapı önünde fotoğrafımı çekti. Sağolsun yoksa hiç fotoğrafımız olmayacaktı :)
O kadar çok şey anlattı ki burada fazlaca
anlatıp canınızı sıkmayayım. Yaklaşık 1 saat gezdikten sonra. Bir kafeye
oturuyoruz. Havadan sudan konuştuktan
sonra. Bana “Müslümansın galiba, burada gezerken yeme içme sıkıntı olmuyor mu ”
diye sorunca ben de, et ürünleri yemediğimi söylüyorum. Dini konular üzerinde
bu kadar durmasının nedeni şuymuş. Alexsandra yahova şahitlerinin bir üyesi ve
toplantılarına gidiyormuş. Muhtemelen benimle tanışıp bana inançları hakkında
bilgi aktarmak istedi. Beni tanıyan arkadaşlarım kızmış olabileceğimi
düşünebilirler ama ben inanın takdir ettim. İnancı için mücadele
ediyor. Ben de onlara birkaç soru sordum. Sorulara ve cevaplara burada
değinmeyeceğim. Sonuçta çok hoşnut kaldığım bir sohbet oldu. Çok iyi insanlar
ama bilgileri çok yüzeysel. Aslında biraz sert bir kayaya çarptılar.
Hristiyanlıkla ilgili tahmin ettiklerinden daha çok şey bildiğimi görünce
şaşırdılar. İçecekleri içtikten sonra. Yağmurlu bir havada dışarıya çıkıyoruz.
Alexsandra’ya tren istasyonunun yerini soruyorum. Beni metroya kadar
götürüyorlar. Burası yine Zoloti Vorota :)
Buradan Teatralna istasyonuna geçiyorum. Burası farklı bir hat. Bu hattan
binerek 2 durak sonra Vokzalna (yani tren istasyonu) ya ulaşıyorum.
Tren
istasyonuna girdiğim anda yine aynı büyü. Harikaaaa… Kiev havaalanından daha
büyük bu istasyon. Çok kalabalık ama bir o kadar ferah. Çok fazla tren seferi
var ama kaybolmak imkansız. Ben bile anladım sistemi. Her yerde bilet satış
yerleri, döviz değişim büroları, alışveriş alanları, interet cafe vb.. aklınıza
gelecek herşey var. Buraya kadar
gelmişken yarın gece çıkacağım Odessa yolculuğu için bilet fiyatı ve saati
hakkında bilgi alıyorum. Biraz zor da olsa İngilizce anlaşıyoruz. Yarın saat
22:00 de 168 Grivna’ya bilet alabileceğimi söyledi. Yani yaklaşık 40 TL’ye
4 kişilik yataklı tren ile Kiev’den Odessa’ya gidebilirsiniz.
Kiev Tren Garı |
Kiev Tren Garı İç Görünüş |
Kiev Tren Garı Süslemeler |
Tren İstasyonunda internet cafe ‘ye de
uğruyorum. İnternetin saati 16 Grivna. Neyse Bilgisayarın başına geçiyorum.
İşletim sistemi Windows, Mac falan değil. Başka bir şey. 3-5 dakika cebelleştikten
sonra işletim sistemine ve klavyeye alışıyorum. Tabi girdiğim her mail
sağlayıcılar ve facebook giriş yapanın ben olup olmadığımı öğrenmek için
tonla soru soruyor :)
Rus hackerlar giriyor zannediyorlar galiba. İnternet cafede araştırırken
dikkatimi çeken National Ukrain Art
Museum’un yerine Google map’ten bakıyorum. Sorun şu ki bulunduğum yeri
bulamıyorum. Neyseki yanımdaki arkadaş çat-pat İngilizce bana anlatmaya
çalışıyor. Metro ile gidebilirsin deyince hemen kağıdı kalemi ona uzatıyorum ve
istasyon isimlerini hem kril hem de latin harfleriyle yazmasını rica ediyorum.
Sırasıyla Voksalna, Khreshatik ve Maidan Nezaleznosti’den çıkacakmışım.
Teşekkür edip ayrılıyorum. İstasyondan çıktıktan sonra genç bir polise
“Hudojniy Muzei” nerede diyorum. Bilmediğini ama yardımcı olacağını söylüyor ve
kulübesine giderek bir harita getiriyor.
Bir arkadaşına da sorduktan sonra bana harita üzerinde tek tek
anlatıyor. Valla bizimkiler yapar mı bu kadarını bilmiyorum :) Çok teşekkür ederek
ayrılıyorum. Saat 17:30 da müzenin önündeyim.
Ukrayna Ulusal Sanat Müzesi |
Ukrayna Ulusal Sanat Müzesi |
Görevli bayan bilet verme
işleminin17:00 de bittiğini ve malasef gezemeyeceğimizi ben ve benim durumumda
olan birkaç kişiye anlatıyor. Üzülüyoruz ve ayrılıyoruz. Caddeden aşağıya doğru
yürürken devasa ve bir bina çıkıyor karşıma. Üzerinde ekonomi ile ilgili
birşeyler yazıyor. Galiba ekonomi bakanlığı. Bu binanın hemen karşısında çimler
üzerinde çiçeklerden Euro 2012 avrupa şampiyonası yazısı dikkatimi çekiyor.
Biraz
daha ilerliyorum ve işte o an…. Dinomo Kiev’in stadı karşıma çıkıyor. Hemen
atlıyorum içeri. Bugün maalesef maç yok
ama en azından bahçede biraz dolaşayım derken bir heykel dikkatimi çekiyor. Bu
heykel Dinomo Kiev’de oyuncu ve teknik adam olarak birçok başarısı bulunan
Valeriy Vasylyovych Lobanovskylmiş. Fotoğrafta merak edenler için biyografisi
okunabilir.
Dinomo Kiev Stadı Giriş Kapısı |
Valeriy Vasylyovych Lobanovsky Biyografi |
Valeriy Vasylyovych Lobanovsky |
Stadın bahçesinde dolaşırken karşı tepe üzerinde disney land’ın
şatosuna benzer bir harika bir yapı görüyorum ve oraya doğru tırmanışa
geçiyorum. Burası da mutlaka görülmesi gereken bir yer. Maalesef ismini soramadım.
Yorgunluktan uğraşmak bile istemedim. Çocuklar için bir eğlence merkezi burası.
Bugünlük bu kadar yeter diyerek eve doğru yola çıkıyorum. Metronun kullanma
mantığını artık tamamen anladım. Biraz dikkat yeterli. Toplam 3 tane hat var.
Tabelaları dikkatli takip ederseniz kaybolmazsınız. Size önerim buraya
gelecekseniz elinizde sadece metro hatlarını ve istasyon isimlerini gösteren
bir harita temin edin. Gerisi çok rahat… Hadi bana iyi geceler…
1 yorum:
4 ayak ustune dusmussunuz gercekten Mehmet Bey yalniz klisedeki ayine katilabilmis miydiniz?
Yorum Gönder