2 Ekim 2012 Salı

Ukrayna mı? Ukranya mı? Boşver Kiev’i Gezelim -2



Kiev - Golden Gate

30/09/2011. Sabah 9:00 da uyandım. Markete gidip biraz alışveriş yapmak için dışarı çıkıyorum. Eko Market isimli bu markete giriyorum. Markette biraz karşılaştırma olsun diye etiketleri kontrol ediyorum. Örneğin, domates (4 adet) 1,2 TL. Yaş sebze ve meyve pahalı gibi. Ama diğer ürünler ucuz diyebilirim. Türk malı herhangi bir ürün yok markette. Fakat bilindik bazı markalar var. Lipton, Nescafe, Alpella vb… Neden bizimkiler buralarda satış imkanı bulamıyor anlamadım. Kasaya para öderken dikkatimi çekti. Naylon poşet için de para veriyorsunuz. Bence güzel bir uygulama. Bedava olunca herkes 3 er 5 er alıyor ve sonra doğayı perişan etmiş oluyoruz. Bu uygulama en kısa zamanda Türkiye’de de zorunlu hale getirilmeli. 









Markette domuz ayağı benzeri birsürü garip et ürünü görünce midem bulandı. Domates, süt, zeytin, su, poşet çay, tuz ve ekmek aldıktan sonra Vejetaryen bir kahvaltı için evin yolunu tutuyorum. Toplam harcama yaklaşık 12 TL (ama aldıklarım beni iki gün idare edecek boyutta). 

Iğğyyyy Kiev Market

Dışarıda sadece çay, kahve vb. içmeyi düşünüyorum. Güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra kapalı ve hafif yağmurlu bir havada dışarıya çıkıyorum. Birsüre sonra yağmur kesiyor, yerler ıslak ama bizdeki gibi göller yok. Hava sıcaklığı gezmek için çok ideal. Metroya doğru yürürken yolun karşısında bir park dikkatimi çekiyor. Yönümü oraya doğru çeviriyorum. Spor yapanlar, yürümeye gelenler, çocuklarını gezdirenler burada. Çok temiz bir hava var. Oksijen manyağı oluyorum :) 

İşte o park.
Neyse tekrar metroya binmek için yola çıkıyorum. Yine aynı merkeze Zoloti Vorota’ya gidiyorum. Bu sefer hem yürüyen merdiven hem de metro için iki durak arası zamanı ölçmek amacıyla kronometre tuttum. Yürüyen merdiven tam olarak 3,5 dakikada aşağıya iniyor. Size kısa gibi gelebilir. İsterseniz saatinize bakarak 3,5 dakika bekleyin bakalım zaman geçecek mi? İki durak arası tam 3 dakika 35 saniyede. Yani duraklar arası mesafe uzun. Mesela Ankara’da bulunan Ankaray, ilk durakla son durak arasını 13 dakikada alıyor. Yani yaklaşık 5 durak olması lazımken, toplam 10 durak var. Yani bizdeki hatlar çok kısa diyebiliriz.  Metrodan çıkıyorum. Bu sefer dün gezdiğim caddenin tersi istikametinde ilerliyorum. Artık buradaki tarihi yapılar için güzel, harika vb. sözler az kifayetsiz kalıyor. O kadar muhteşem binalar (aslında sanat eserleri demek lazım) var ki, sizi uyutup Kiev’de uyandırsalar geçmişe yolculuk yaptığınıza kesin olarak inanırsınız. Bilenler iyi bilir benim Osmanlı hayranı olduğumu. Ama burayı görünce bu kültürün sanatta bizden çok önde olduğunu anlıyorum. Bunları görüp geçmişime sitem etmiyorum ama hakikaten şehir planlaması mükemmel. Her yere gökdelen dikme yarışına girdiğimiz bu asırda ve İstanbul’un siluetini bozmak için yarıştığımız bu zamanlarda Kadir Topbaşın, Melih Gökçek’in buraları gezip nasıl bir şehir planlaması yapmaları gerektiği konusunda burada öğrenci olmaları gerekir.  Yine sinirlendim. Neyse ben devam edeyim :) Bugün Pazar olduğu için ve çan sesi duyduğumdan mütevellit, çan sesini duyduğum kiliseyi arıyorum. Kilisede ayini izlemek istiyorum. Bir büfeye soruyorum çan sesinin geldiği kiliseyi. Bana tarif ediyor. Harekete geçiyorum. İşte o kilise… 




Harika bir yapı. Hem müze hem kilise olarak kullanılıyormuş. Peki ben bunu nasıl öğrendim. Her zamanki gibi dört ayak üzerine düştüm. Ben Kilisenin fotoğraflarını çekerken iki bayan yanıma yaklaştı. Biri İngilizce biliyor musunuz deyince. Evet dedim. Ama inanılmaz mutlu oldum. Nereden dedi. Ben Türkiye’den deyince, merhaba, nasilsin, İstanbuuuulll gibi kelimeler kullanmaya başladı. Şaşırdım biraz. Türkçe biliyor musunuz dedim. Biraz dedi. Neyse olayın özeti şu. İsminin Alexsandra olduğunu öğrendiğim bu bayan, İngilizce öğretmeniymiş. Türkiye’ye 2005 yılında gitmiş. Antalya ve İstanbul’u gezmiş. Hatta Beşiktaş ve Galatasaray’ı da bilince, artık naber la nasılsın diyecektim :) Hazır bulmuşken kilise hakkında biraz bilgi aldım. Zamanlarının olduğunu öğrenince biraz bana çevreyi tanıtmalarını rica ettim. Kabul ettiler. Hani rehberden dinlesem bu kadar iyi anlayamazdım Kiev’i.  Golden Gate dedikleri bu yerin önünde eskiden bir duvar olduğunu ve şehre girmek için bu kapının kullanıldığını anlattı. Daha sonra tatarların kiliselerini gösterdi. Ama tatarlar ne Müslüman ne de Hrıstiyan değilmiş, karma bir inanç sistemleri varmış. Bana hiç fotoğrafını çektirdin mi dedi. Hayır deyince, makineyi aldı ve bu yapı önünde fotoğrafımı çekti. Sağolsun yoksa hiç fotoğrafımız olmayacaktı :)  

O kadar çok şey anlattı ki burada fazlaca anlatıp canınızı sıkmayayım. Yaklaşık 1 saat gezdikten sonra. Bir kafeye oturuyoruz.  Havadan sudan konuştuktan sonra. Bana “Müslümansın galiba, burada gezerken yeme içme sıkıntı olmuyor mu ” diye sorunca ben de, et ürünleri yemediğimi söylüyorum. Dini konular üzerinde bu kadar durmasının nedeni şuymuş. Alexsandra yahova şahitlerinin bir üyesi ve toplantılarına gidiyormuş. Muhtemelen benimle tanışıp bana inançları hakkında bilgi aktarmak istedi. Beni tanıyan arkadaşlarım kızmış olabileceğimi düşünebilirler ama ben inanın takdir ettim. İnancı için mücadele ediyor. Ben de onlara birkaç soru sordum. Sorulara ve cevaplara burada değinmeyeceğim. Sonuçta çok hoşnut kaldığım bir sohbet oldu. Çok iyi insanlar ama bilgileri çok yüzeysel. Aslında biraz sert bir kayaya çarptılar. Hristiyanlıkla ilgili tahmin ettiklerinden daha çok şey bildiğimi görünce şaşırdılar. İçecekleri içtikten sonra. Yağmurlu bir havada dışarıya çıkıyoruz. Alexsandra’ya tren istasyonunun yerini soruyorum. Beni metroya kadar götürüyorlar. Burası yine Zoloti Vorota :) Buradan Teatralna istasyonuna geçiyorum. Burası farklı bir hat. Bu hattan binerek 2 durak sonra Vokzalna (yani tren istasyonu) ya ulaşıyorum. 

Tren istasyonuna girdiğim anda yine aynı büyü. Harikaaaa… Kiev havaalanından daha büyük bu istasyon. Çok kalabalık ama bir o kadar ferah. Çok fazla tren seferi var ama kaybolmak imkansız. Ben bile anladım sistemi. Her yerde bilet satış yerleri, döviz değişim büroları, alışveriş alanları, interet cafe vb.. aklınıza gelecek herşey var.  Buraya kadar gelmişken yarın gece çıkacağım Odessa yolculuğu için bilet fiyatı ve saati hakkında bilgi alıyorum. Biraz zor da olsa İngilizce anlaşıyoruz. Yarın saat 22:00 de 168 Grivna’ya bilet alabileceğimi söyledi. Yani yaklaşık 40 TL’ye 4 kişilik yataklı tren ile Kiev’den Odessa’ya gidebilirsiniz. 





Kiev Tren Garı
Kiev Tren Garı İç Görünüş




















Kiev Tren Garı Süslemeler


Tren İstasyonunda internet cafe ‘ye de uğruyorum. İnternetin saati 16 Grivna. Neyse Bilgisayarın başına geçiyorum. İşletim sistemi Windows, Mac falan değil. Başka bir şey. 3-5 dakika cebelleştikten sonra işletim sistemine ve klavyeye alışıyorum. Tabi girdiğim her mail sağlayıcılar ve facebook giriş yapanın ben olup olmadığımı öğrenmek için tonla soru soruyor :) Rus hackerlar giriyor zannediyorlar galiba. İnternet cafede araştırırken dikkatimi çeken  National Ukrain Art Museum’un yerine Google map’ten bakıyorum. Sorun şu ki bulunduğum yeri bulamıyorum. Neyseki yanımdaki arkadaş çat-pat İngilizce bana anlatmaya çalışıyor. Metro ile gidebilirsin deyince hemen kağıdı kalemi ona uzatıyorum ve istasyon isimlerini hem kril hem de latin harfleriyle yazmasını rica ediyorum. Sırasıyla Voksalna, Khreshatik ve Maidan Nezaleznosti’den çıkacakmışım. Teşekkür edip ayrılıyorum. İstasyondan çıktıktan sonra genç bir polise “Hudojniy Muzei” nerede diyorum. Bilmediğini ama yardımcı olacağını söylüyor ve kulübesine giderek bir harita getiriyor.  Bir arkadaşına da sorduktan sonra bana harita üzerinde tek tek anlatıyor. Valla bizimkiler yapar mı bu kadarını bilmiyorum :) Çok teşekkür ederek ayrılıyorum. Saat 17:30 da müzenin önündeyim. 



Ukrayna Ulusal Sanat Müzesi
Ukrayna Ulusal Sanat Müzesi






















Görevli bayan bilet verme işleminin17:00 de bittiğini ve malasef gezemeyeceğimizi ben ve benim durumumda olan birkaç kişiye anlatıyor. Üzülüyoruz ve ayrılıyoruz. Caddeden aşağıya doğru yürürken devasa ve bir bina çıkıyor karşıma. Üzerinde ekonomi ile ilgili birşeyler yazıyor. Galiba ekonomi bakanlığı. Bu binanın hemen karşısında çimler üzerinde çiçeklerden Euro 2012 avrupa şampiyonası yazısı dikkatimi çekiyor. 























Biraz daha ilerliyorum ve işte o an…. Dinomo Kiev’in stadı karşıma çıkıyor. Hemen atlıyorum içeri. Bugün maalesef maç yok ama en azından bahçede biraz dolaşayım derken bir heykel dikkatimi çekiyor. Bu heykel Dinomo Kiev’de oyuncu ve teknik adam olarak birçok başarısı bulunan Valeriy Vasylyovych Lobanovskylmiş. Fotoğrafta merak edenler için biyografisi okunabilir. 





Dinomo Kiev Stadı Giriş Kapısı



Valeriy Vasylyovych Lobanovsky Biyografi
Valeriy Vasylyovych Lobanovsky





Stadın bahçesinde dolaşırken karşı tepe üzerinde disney land’ın şatosuna benzer bir harika bir yapı görüyorum ve oraya doğru tırmanışa geçiyorum. Burası da mutlaka görülmesi gereken bir yer. Maalesef ismini soramadım. Yorgunluktan uğraşmak bile istemedim. Çocuklar için bir eğlence merkezi burası. Bugünlük bu kadar yeter diyerek eve doğru yola çıkıyorum. Metronun kullanma mantığını artık tamamen anladım. Biraz dikkat yeterli. Toplam 3 tane hat var. Tabelaları dikkatli takip ederseniz kaybolmazsınız. Size önerim buraya gelecekseniz elinizde sadece metro hatlarını ve istasyon isimlerini gösteren bir harita temin edin. Gerisi çok rahat… Hadi bana iyi geceler…

1 yorum:

Adsız dedi ki...

4 ayak ustune dusmussunuz gercekten Mehmet Bey yalniz klisedeki ayine katilabilmis miydiniz?